4 Aralık 2014 Perşembe

90'lı Yıllarda Feminizm Aktarım Notları

Aşağıda okuyacağınız metin, BGST Müzik Birimi’nden kadın müzisyenler olarak başlattığımız 90’lı yıllar Türkçe Popüler Kadın Müziği çalışması dahilinde 90’lı yıllardaki feminist harekete dair yaptığımız arka plan çalışmasının ürünlerinden biridir. Bu arka plan çalışması kapsamında öncelikle, Aksu Bora ve Asena Günal’ın derlediği “90’larda Türkiye’de Feminizm” kitabını okuyup tartıştık. Daha sonra Mine Koçak’ın 80’ler ve 90’larda Türkiye’de Feminizm başlıklı aktarımını dinledik. Bu yazı, bu aktarımın notlarıdır.[1]

‘80 Türkiye’de ikinci dalga feminizm ‘80 darbesiyle birlikte başlıyor. “Eylülist” hareket olarak da adlandırılıyor. Sol hareketlerin bitmiş olması feminizme alan açıyor. Başta, sol hareketlerdeki hiyerarşi eleştirisi üzerinden tartışmalar başlıyor.

‘81 Şirin Tekeli’ye Yazko dergisinden gelen teklif önemli bir kırılma noktası. Şirin Tekeli de Gülnur Savran ve Stella Ovadio ile birlikte bu dergide kadın meselesi üzerine yazmaya başlıyor. Ardından Somut dergisinde de bir kadın sayfası açılıyor. Buna dair devletin herhangi bir müdahalesi olmuyor.

‘82 Kadın Sorunları Sempozyumu düzenleniyor (Devlet yine kaale almıyor (!)). Bu şekilde ilk kadın örgütlenmesi girişimi özellikle anti-hiyerarşi vurgusuyla gerçekleşiyor. Anti-hiyerarşiye ek olarak özel olan politiktir gündemi tartışılıyor.


Genel seçimler yapılıyor, Özal başbakan seçiliyor.


‘84 Çeşitli kadın grupları dergi çıkartmanın yanısıra, bir kadın çevresi kurmak fikriyle hareket için önemli kitapların çevirilerini yaparak işe başlıyorlar. Batı’da 15 yıl önce gündem olan kitaplar öykünülerek çevriliyor, eleştirel bir okuma gerçekleştirilmiyor. Bu dönemde, farklı feminizm algılarına sahip kadınlar bir arada hareket etmek durumunda kalıyor.

‘86 Kampanyalar döneminin başlangıcı. İlk kampanya: “Kadınlar Dilekçesi”[2] kampanyası olarak duyuruluyor. 4000 kişi imza metnini imzalıyor. Devletin her türlü örgütlenme ve eylemliliği engellediği bir dönemde bir metne 4000 kişinin imza atması önemli bir başarı olsa da, devletin kadın hareketini hala kale almadığını da söylemek mümkün.

‘87 Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği kuruluyor. Art arda kitlesel eylemler örgütlenmeye başlanıyor. Kadın hareketi medyada gittikçe görünür hale geliyor. “Bağır Herkes Duysun” kitabı yayınlanıyor. Bu kitapta Bilinç yükseltme toplantılarından çıkan anlatılara yer veriliyor. Ayrıca bu tarihte Feminist dergisi, radikal feminist bir grup tarafından çıkarılmaya başlanıyor.  

Bilinç Yükseltme: 2. Dalga feminizmin örgütlenme aşamasında kullandığı en önemli araçlardan biri; farkındalık yaratıyor, ancak sadece başlangıç için bir şey ifade ediyor.

‘88 Sosyalist Feminist Kaktüs dergisi yayın hayatına başlıyor. Hem Batı’dan makale çevirilerinin hem de Türkiyeli feminist kadınların yazılarına yer veriliyor. Aynı sene Şubat ayında Kadın Kültür Evi kuruluyor.

‘89 Yeni kurulmuş olan İHD bir kadın kurultayı düzenliyor. Bu kurultayda bağımsız feminist kadınlarla örgütlü solcu kadınlar arasında ilk karşılaşma ve gerilim yaşanıyor. Bu gerilimin kaynağı solcu kadınların feminist hareketi bir burjuva hareketi olmakla suçlaması. Solcu kadınlara göre “kadının sorunu olmaz, işçi kadının sorunu olur”. Ayrıca kadın kurtuluşu için devrimi ön koşul olarak görüyorlar. Bu karşılaşma sonrasında bir süre bu tartışmanın tarafları bir araya gelmiyor.

‘88-‘89 dönemi ikinci dalga kadın hareketi için bir zirve olarak kabul edilebilir. “Dayağa Karşı Kampanya” çok güçlü ve birçok kadın kesimine ulaşabilir halde. “Cinsel Tacize Hayır” ve “Mor iğne” kampanyaları da birçok insan tarafından duyuluyor ve uygulanıyor. Feministlerin önerilerini yayabileceği bir kadın kitlesi var, çünkü hareket çok güçlenmiş durumda. Devlet harekete hala herhangi bir tepki vermiyor. Fahişelere tecavüzde ceza indirimini öne süren 438. Madde’yi kaldırma eylemi yapılıyor. Sonrasına kadının çalışması için kocasının iznini şart koşan 159. maddeye karşı da eylem yapılıyor ve bu madde de kaldırılıyor. Cemil Çiçek “flört fahişeliktir” gibi bir açıklama yapmışken yapılan feminist eylemler sonucunda sözünü geri çekmek zorunda kalıyor. Bu da hareketin güçlü olduğunun ve farkındalık yarattığının bir göstergesi.

 Bu dönemde devlet nezdinde liberal-muhafazakar kesim gerilimi var.
‘90 Kadına Şiddete Karşı Kampanya sonrasında Mor Çatı ve Kadın Eserleri Kütüphanesi kuruluyor.

Hareket çok güçlenip kurumsallaşmaya başlıyor, ancak ‘90 itibariyle de güçlenmiş ve kurumsallaşmış görünen kadın hareketi devletin gözetimine giriyor. Milli aile konsepti oluşturulup tartışılmaya başlanıyor ve hatta “Kadının yeri ailedir, değişen sosyal şartlarla dışarı çıkmaya başlamıştır ancak milli aile yapısı zarar görmektedir”[3] gibi cümleler bile sarf ediliyor. Devlet derken tek bir yapıdan söz etmiyoruz, özellikle muhafazakar kanat “milli aile ve kadın” konusunda ısrarcı. Daha liberal kanat bu kitlesel hareketi kontrol etmeye çalışıyor. ‘90 yılında kadından sorumlu devlet bakanlığı kuruluyor.

Bakırköy ve Şişli Belediyeleri kadın sığınma evleri açıyor ve feministleri birlikte çalışmaya davet ediyor. Buradaki amaç kadın hareketini içine alarak hareketin sınırlarını belirlemek. Ama kadınlar tav olmuyorlar ve sisteme entegre olmamayı tercih ediyorlar.

Ancak sistemin bir diğer görüntüsü olan medya “asıl düşman” olarak kadın hareketinin karşısında duruyor: 90’larda sallantıda olan kadın hareketini medya çok güçlü gösteriyor. Örneğin 438. Maddeye Hayır Kampanyası’nda sadece iki feminist kadın demeç veriyor ve bir Pazar günü Zürafa sokakta 25-30 kişinin katıldığı bir eylem ve basın açıklaması yapılıyor. Bir sürü grubun basın açıklaması yapmasına rağmen kadınların yaptıkları gündem oluyor. Feminist hareket medyanın eylemleri bu kadar öne çıkarmasından etkileniyor, iyi işler yaptığını düşünüyor ama örgütlenme perspektifini kaybediyor.

Medyanın bir başka rolü de Kürt hareketinin güçlenmesini gölge altında bırakmak adına kadınlarla ilgili haberlere yer vermesi. Yani, Türkiye’nin batısını Kürt Hareketi’nden uzak tutmak için kadın hareketi medya tarafından kullanılıyor. [89’da da sscb’nin dağılması var, sol hareket için önemli bir yıkım]. Medya’nın kendisi de çok yeni, nasıl bir silah olduğu çok da özümsenmiş durumda değil. Bu yüzden dönem içerisinde bu durumun farkına varılamıyor.

‘91 İstanbul’da Kadın Araştırmaları Enstitüsü kuruluyor.

‘91 sonrasında artık Kürt meselesi saklanamaz hale geliyor. Medya Kürt Hareketi’ni bölücüler ve tehditler olarak lanse ediyor. TSK sürekli “Bu Bahar terörü bitireceğiz” diye açıklama yapıyor. Bu aşamada kadın hareketine dair hiçbir habere yer verilmiyor. Kitlesellik ortadan kalkmıyor ama hareketin kendisinde bir çalışma yürümüyor.

İç savaş çok şiddetleniyor.
‘93-‘94 Kadın hareketine olan ilgi tamamen ortadan kalkıyor.

'89-‘90’da Türkan Saylan gibi Kemalist Feminist kadınlar da ortaya çıkıyor. ÇATOM çatısı altında, özellikle Kürt illerinde kadının kısırlaştırılması, kadınların yerel kıyafetlerinin ‘modern olmadıkları’ gerekçesiyle aşağılanması ve okuma-yazma eğitimi üzerinden Türkçe dayatması ile asilime edilmesi gibi eylemlilikler yapılıyor.  
Ayrıca solcular da bu dönemde kadın hareketini keşfediyor (!) ama kullanımcı yaklaşarak kendi hareketlerine eklemleme için feminizme yaklaşıyorlar. Örneğin, Emekçi kadınlar birliği isminde bir kurum oluşuyor.

‘94 80’li Yıllar Kadın Hareketi Paneli düzenleniyor. Gülnur Savran özeleştirel bir sunum yapıyor ve “Anti-hiyerarşi takıntımız örgütlenmenin ve iş yapmanın önünde bir engel haline geldi” diyor. Bu özeleştirel değerlendirme Feministler arasında önemli bir tartışmaya kaynaklık ediyor. Ana akım hareket dağılıyor ama küçük kadın grupları oluşmaya başlıyor. Küçük grup örgütlenmesi destekleniyor ama bir araya gelinecek bir platformun gerekliliği de vurgulanıyor. Başlangıçta bu çağrıya pek cevap oluşturulmuyor.

‘95 Pazartesi dergisinin yayına başlamasıyla, tekrar bir araya geliniyor. Derginin kapağında feminist ibaresi yer almıyor çünkü popülerleşme derdi var. Özellikle Güneş K. tecavüzü[4] sonrası Pazartesi dergisi bir çekim merkezi de haline geliyor.

’96 Bu yılın sonuna doğru Pazartesi dergisi küçük gruplara 8 Mart için miting çağrısı yapıyor ve bu miting ilerleyen zamanlarda gerçekleşebilecek bir örgütlenme için bir araç olarak öneriliyor.

‘95 ÖDP kuruluyor. Sol çevreler için günümüze uygun, çok kültürlü bir parti kurulması söz konusu. Bu yılın 8 Mart’ında ÖDP tarafından atölyeler düzenleniyor ve bu toplanmada Gülnur Savran ÖDP propagandası yapıyor. Bir kısım kadın, bağımsız kadın hareketi çalışmalarını bırakıyor ve ÖDP’ye dahil oluyor.

’96 Kürt feminist hareketi oluşmuş durumda. Roza, Jujin, Jîyan gibi Kürt kadın dergileri de devreye giriyor.

Fatma Kayhan 89’da Kadın Kurultayı’nda Kürtçe konuşmak istiyor, Türk feministler reddediyor ve Kürt feministleri ayrımcı olmakla ve hareketi bölmekle suçluyorlar. Feminist tarih yazılırken kurultayda yaşanmış bu olay anlatılmıyor, sansür uygulanıyor. Fatma Kayhan ve arkadaşları ayrıca, 94’te Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nın sempozyumunda konuştuklarında kendi küçük örgütlenmelerini kurmaya yönlendiriliyorlar (!)

İlk Kürt bağımsız kadın örgütlenmesi dergisi olan Roza dergisi çıkıyor. Siyah Feminizm tartışmalarını, yani 2. dalga kadın hareketine siyahların yaptığı eleştiriyi Türkiye’ye taşıyorlar. Toplumsal cinsiyet kavramının tek başına tüm kadın tecrübelerini karşılayamadığını, farklı kadınlıkların da göz önüne alınması gerektiğini söylüyorlar ama siyah feminizmi tam olarak içselleştirememişler ki, Kürt feministler olarak yazı yazdıklarında 2. Dalga feminizmi yeniden üretiyorlar. Kendilerini Türk feministlere kabul ettirmeye çalışıyorlar.  Yapılan yayınlar Türkçe yapılıyor, 1 sayfa Kürtçe yayına ayrılıyor. Kürtçe yasağı yine kadınlar söz konusu olunca görece delinebiliyor.

Roza da Jujin de Türkiye Kürdistanı’ndaki problemleri yok sayarak, sadece Güney’deki kadın mücadelesine referans veriyor. Bu durumun sebeplerinden biri dergilerin PKK karşıtı kadınlar tarafından kurulması. Başka bir deyişle Leyla Halit referansı var, Zilan referansı yok. Leyla Zana da sahiplenilmiyor. Sonrasında Roza içerisinde de ayrışma oluyor ve Jujin kuruluyor. Jujin’de daha çok ikinci dalga vurgusu var, Kürt kadın vurgusu da azalıyor, Pazartesi dergisine benziyor, ayıp köşe benzeri köşeler var. Kürt kadınlarına feminizmi tanıtmak amaçlanıyor.

Jîyan Kültür Evi ise Kemal Burkay çevresinde örgütlenen kadınların kurdukları bir bağımsız örgütlenme (Yine anti PKK’ci bir hareket).

96’daki toplanma sonrasında küçük kadın çalışması yapan gruplara ek olarak iş yeri, sendika ve siyasal partilerdeki kadın örgütlenmelerindeki kadınları da bir araya getirme derdi oluyor. Pazartesi dergisi bağımsız kadınlar, siyasi örgütler içerisinde yer alan kadınlar ve Türk ve Kürt kadınlar bir araya gelsin çağrısı yapıyor.

‘97 “Artık Örgütlü” mitingi önemli bir kırılma noktası. İşten çıkarılan kadınlara dair eylem çağrısı yapılıyor ama eyleme katılım olmuyor. Roza ve Jîyan’ın Remziye davasına dair çağrısı oluyor. Eyleme sadece Kürt feministlerden birkaç kişi ve Feminist Kadın Çevresi katılıyor. Hareket birbirine destek veren bir durumda değil.

‘96-‘97 yıllarında HADEP Kadın Kolları kuruluyor. Yaşamda Özgür Kadın da burasıyla bağlantılı bir bağımsız kadın hareketi. HADEP’te bu yıllarda “kadın konusunda bir şey yapmak lazım” fikri var ama “ne yapılabilir” bilinmiyor. Ayşenur Zarakolu kadın kollarının başına geçiriliyor.

Sol hareket de ’97 8 Mart mitingine destek için geliyor (Emekçi Kadın Birliği, Kaldıraç, Kızıl Bayrak gibi gruplar). Tüm sol grupların kadın çalışması başlamış görüntüsü mitinge katılım üzerinden de ortaya çıkıyor, ama bu kadın çalışmalarının amacı partiye kadın örgütlemek. “8 Mart, Dünya Kadınlar Günü değil Dünya Emekçi Kadınlar Günü’dür” tartışması devam ediyor. Ayşenur Zarakolu HADEP’i bu bölgeye kanalize etmeye çalışıyor, ama partide çalışan başka kadınlar bu durumun önüne geçiyor.

90’ların ikinci dönemindeki çoğu grup HADEP’in tüm bu tartışmaların dışında yer almasını, ama bir yandan kitleselleşmek de istiyor ve Kürt kadınlarının katılımı bu anlamda önemli bir değişken. Bu gruplar HADEP’li kadınların gerçek sorunlarını gündeme getirmeyi ve tartışmayı reddediyor. Örneğin Barış talebi vurgusu “Türk Feministler” tarafından kabul edilmiyor. Nihayetinde “Artık Örgütlü” mitingi yapılıyor ve 97’de miting konuşmalarının tamamı Kürtçe ve Türkçe okunuyor. Bu olay, Kadın Günü/Emekçi Kadın Günü tartışmasını aşıp minimumlarda birleşerek birlikte iş yapma anlayışının mümkün olduğuna dair iyi bir başlangıç olarak sayılabilir.

25 Kasım 1997’de, Roza ve Jujin Aile İçi Şiddete Karşı Kampanya’yı öneriyor ama sınırlı katılım gerçekleşiyor.

‘98 HADEP ayrı bir 8 Mart mitingi gerçekleştiriyor. O dönemde bağımsız kadınlar arasında sadece bir kadın şenliği düzenleme fikri var. Fakat HADEP miting yapma fikriyle gelince bağımsız kadınlar da miting yapma derdine düşüyor. Emekçi Kadınlar günü olarak kutlansın deniyor. Aynı gün için iki miting talebi oluyor: HADEP ve Bağımsız Kadın Platformu. Platforma eylem kırıcı eleştirisi yapılıyor ama kale alınmıyor. Sonuç olarak, şaşırtıcı olmayacak şekilde HADEP’in mitingine valilik izin vermiyor ama Platformunkine veriyor. Bunun üzerine, HADEP Taksim’de izinsiz basın açıklaması yapmak istiyor ama polis müdahalesi gerçekleşiyor ve çok sayıda çocuk ve kadın yaralanıyor. Bağımsız Kadın Platformu izinli mitingini güllük gülistanlık yapıyor. Medyada HADEP’in basın açıklaması hakkında “Taksim’deki izinsiz gösterideki çatışmada göstericiler yaralandı” gibi haberler yer bulurken Platformun mitingi için “Esen rüzgarda salınan saçlar” vurgulu bir haber metni yayınlanıyor.

Diyarbakır’da aynı sene mitinge izin verilmiyor. Polis kalabalığa saldırıyor, yaralanmalar oluyor. Ama Mardin Dargeçit’te kaymakamlığının finanse ettiği 3. Sevgi şöleni düzenleniyor, İstanbul’dan konuşmacı ve sanatçılar katılıyor, şenlik yapılıyor.  “Kadınlar ilk kez sokağa çıktı” “Erkekler evde bulaşık yıkayacak” gibi cümlelerle haberler yapılıyor.
Tüm bu süreçte, başörtüsü hareketi ve 28 Şubat’a dair bir tartışma olduğunu söylemek mümkün değil.




[1] Mine Koçak’ın özellikle ‘80’li yıllara odaklanmış yazısı için bkz: http://www.feminisite.net/news.php?act=details&nid=216
[2] Türkiye’nin de imzaladığı Uluslararası Ayrımcılığa Karşı Sözleşme’ye uyulmasını isteyen kadınlar bir imza kampanyası başlatmışlar ve sonuç 4000 imzalı Kadınlar Dilekçesi olmuştur.
[3] Nisan ’89 tarihl, Devlet Planlama Teşkilatı 6. 5 yıllık Kalkınma Planı, Türk Aile Yapısı Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda geçiyor.
[4] http://www.pazartesidergisi.com/pdf/62.pdf

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder